ABD’nin ‘Fener Patrikhanesi’ stratejisi ve Soğuk Savaş’tan bugüne ekümeniklik: Dini değil siyasi mesele

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın diplomatik teamülle uyuşmayan söz ve tavırları, birbirini takip ediyor. Önce, Türkiye’nin Osmanlı döneminde ülkenin dini cemaatlerin idaresine teslim edildiği sistem olarak özetleyebileceğimiz millet sistemine dönmesini önerdi. Bu, Türkiye’de laik düzene ve ulus devlet yapısına açıkça karşı çıkma anlamına geliyordu. Ardından, ulus devleti doğrudan hedef alan açıklamalar yapmaya başladı. Son olarak da, Fener Rum Patriği Bartholomeos’u ziyaret ettikten sonra, ondan, Türkiye’nin kabul etmediği unvan olan, “ekümenik patrik” şeklinde zikretti. Böylelikle, Türkiye’nin Fener Patrikhanesi konusundaki bütün kırmızı çizgilerine de meydan okudu.

Bu açıklamalara, doğal olarak, Türkiye’de pek çok kesimden tepkiler geldi ve geliyor.

Ne var ki, görüşlerinin bazılarına katılmasam da yazılarını genellikle ilgiyle takip ettiğim Murat Bardakçı, geçenlerde, ABD Büyükelçisi’nin tavrından rahatsız olan ve Fener Patrikhanesi konusunda hassasiyet gösterenlerin “paranoya” içinde olduğunu söyledi ve bunları cehaletle suçladı.

MURAT BARDAKÇI ORTODOKSLAR HAKKINDA FAZLA BİLGİ SAHİBİ DEĞİL

Fener Patrikhanesi konusunda, Ortodoksluk tarihi konusunda ve ABD’nin bu kiliseyi neden kullanmaya çalıştığı konusunda Türkçe en geniş kapsamlı bir çalışma olan “Rusya Batı Çatışmasında Fener Rum Patrikhanesi” (Cumhuriyet Yayınları) adlı kitabın yazarı ve bu konulara hayatını adamış bir kişi olarak, bu konular hakkında yazmayı gerekli görüyorum.

Öncelikle, Osmanlı tarihi hakkında yazdıklarından farklı olarak, bu yazısı, epey çalakalem yazılmış ve kilise tarihi ve Ortodokslar hakkında fazla bilgi sahibi olmadığını gösteriyor. Bir de, kendisi gibi düşünmeyenleri, “paranoya” içinde olmakla itham ediyor. Yazının elle tutar tarafı yok. Yazıda belki tek doğru tespit, Türkiye’de ekümenikliğin ne olduğunun bilinmediğini söylemesi. Kendisi de bunu bilmeyenlerin arasında yer alıyor.

DİNİ DEĞİL TAMAMEN SİYASİ BİR KONU

Öncelikle, “paranoya” konusundan başlayalım: “Paranoya” kelimesinin siyasi konularda kullanılmasına ilk kez, üniversite yıllarımda tanık olmuştum. Üniversiteyi okuduğum Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (Mülkiye) bir hocam, öğrencilere, Türkiye’nin bölünmesi veya Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilmesi konularında söylenenlerin “Sevr paranoyası” olduğunu söylüyordu. Bir zamanlar kendisinden çok şey öğrendiğim, o nedenle de burada ismini vermek istemediğim bu hocam, sonradan daha da savrulacak, Türkiye’de laik kesimin İslamcılık paranoyası içinde olduğunu, bunun temelsiz olduğunu söyleyip konuyu diyalektikle açıklamaya çalışacaktı. Daha sonraysa, hızını alamayıp Ergenekon ve Balyoz kumpaslarını savunacak, 2010 referandumunda “yetmez ama evet” kampanyasının öncülerinden olacak, hatta, “yetmez ama evet” tişörtüyle pozlar verecek, sonradan akil adamlara katılacak, en sonundaysa, “AKP bizi kullandı” diye demeç verecekti. Ne diyeyim? Bunu kabul etmesi de bir meziyet. Fakat, kendisi gibi düşünmeyenleri paranoyaklıkla suçlamaya kalkıp millete psikiyatristlik yapmaya kalkanların önce kendilerine bakması, kendilerini bilmesi iyi olacak.

Yazıya geçelim: Bardakçı diyor ki, “ekümenik sözü ‘evrensel’ demektir ve siyasi değil, dini bir kavramdır”. Yanlış. Ekümenik kelimesinin evrensel anlamına geldiği doğru. Hristiyan dünyasında bu kelimenin birkaç anlamı var. Ortodoks dünyasındaki anlamıysa, Fener Patrikhanesi’nin bütün Ortodoks dünyasının mutlak lideri olması. Bu, aşağıda daha ayrıntılı yazacağımız üzere, dini değil, tamamen siyasi bir konu.

FENER RUM PATRİKHANESİ’NİN ORTODOKS DÜNYASINDA BİR YETKİSİ YOK

Katolik dünyasından farklı olarak, Ortodoks dünyası, parçalı bir yapıya sahip. Ortodoks dünyasında, onaltı tane, bağımsız kilise var ve Fener Patriği, ne kadar istese de, Papa’nın Katolik dünyasında sahip olduğu yetkiye sahip değil. Diğer Ortodoks kiliseleri de Fener’i mutlak liderleri olarak tanımıyor. Fener, evet, eşitler arasında birinci durumda, fakat, birinciliği, tamamen onursal. Yani, tamamen onursal bir liderliği var. Fener Patrikhanesi, diğer Ortodoks kiliseleri tarafından Bizans’ın mirası olan bir kurum olarak göründüğünden, diğerleri, Fener’e hürmet ediyor. Ancak, Fener’in mesela Gürcistan’daki veya Rusya’daki bir kilisenin iç işlerine karışma yetkisi yok. Fener Patriği ise, zaman zaman, “biz, sizin anneniziz. Biz, ana kiliseyiz”, diyerek, bu kiliselere müdahale etme çabasına giriyor. Yoksa, Ortodoks dünyasında onun böyle bir yetkisi yok.

“Fener Patrikhanesi, kuruluşundan beri ekümeniktir” diyor Bardakçı. Bir iki cümleye o kadar hata sığdırmış ki, düzeltmesi biraz uzun bir yanıtı gerektirecek.

FENER YANİ İSTANBUL PATRİKHANESİ’NİN TARİHİ

Fener Rum Patrikhanesi, 1600’lerden beridir İstanbul’un Fener semtinde yer aldığı için biz Türkler ona “Fener Patrikhanesi” diyoruz. Aslında, İstanbul Patrikhanesi demek, daha doğru. Biz şimdi, bu kilisenin tarihine kısaca bakalım.

Hristiyanlık ve Hristiyanlar, bildiğimiz üzere, ilk üç yüz yıl boyunca, önce Filistin’deki Yahudilerin, sonra da Romalıların ağır baskısı altındaydı. Ne var ki, ilk üçyüzlü yıllarda, Roma imparatorları, Hristiyanlığı devlet dini yapmanın, sınırları İran’dan Atlas Okyanusu’na uzanan bir imparatorluğu ayakta tutmak için daha doğru olacağına inandılar. O nedenle, Roma İmparatoru I. Konstantin, paganlığı yasaklamadan, Hristiyanlığı egemen din haline getirdi. Ne var ki, Hristiyanlık artık bir bütün değildi: Bazı mezhep ayrılıkları ortaya çıkmıştı. İşte Konstantin, “tek devlet tek din” diyerek, bu dini ayrılıkları devlet müdahalesiyle çözmeye karar verdi ve imparatorun girişimiyle, 325’te İznik Konsili, tam da bu nedenle toplantı. Sonraki yüzyıllarda da Roma (ve sonraki Bizans) imparatorları, toplam yedi büyük konsil toplayarak, devletin resmi din anlayışını oluşturmaya çalışacak, bu resmi kararları kabul etmeyenler, sapkın ilan edilecekti. Bu konsillerde, dini teşkilatlanma da belirlendi. Hristiyanlık artık devlet dini olacağı için, kilisenin örgütlenmesi de, devlet tarafından ele alındı. Böylelikle, Roma İmparatorluğu’ndaki idari sisteme paralel şekilde, ruhban sınıfı içinde bir hiyerarşi oluşturuldu. Bir şehirdeki en üst düzey papaza piskopos, onun bir üstünde, büyük şehir merkezlerinde yaşayana metropolit (“metropolis” kelimesinden) dendi. 451 Kadıköy Konsili’nden itibarense, metropolitlerin de üstünde yer alan kişilere, “patrik” adı verildi.

EKÜMENİK UNVANI NASIL VERİLDİ

İlk konsilde, bu hiyerarşi belirlenirken, Roma, İskenderiye ve Antakya kiliseleri, diğerlerinden üstün olarak kabul edildi. Neden mi* Çünkü Roma, başkentti. İskenderiye, imparatorluğun ikinci büyük şehri, Antakya’ysa, üçüncü büyük şehri. Başka bir sebepten değil. İstanbul’un o konsilde adı bile geçmiyordu, zira İstanbul’un yerinde, Megaralılar tarafından kurulmuş olan ufacık Bizans şehri vardı ve bu ufak şehrin ufak kilisesi, Marmara Ereğlisi Metropolitliği’ne bağlıydı. İstanbul Kilisesi’nin Roma, İskenderiye ve Antakya’nın düzeyine çıkması, Konstantin’in küçük Bizans şehrinin olduğu yerde Konstantinopolis şehrini kurması ve burasının önemli bir merkez, ileride de başkent haline gelmesi sayesinde oldu. Böylece İstanbul Kilisesi (veya Patrikhanesi), başkentin kilisesi olmanın avantajıyla, giderek daha fazla önem kazandı (imparator, sefere çıkarken, bazen şehri patriğe emanet ediyordu. Patrik, devlet işlerinde de imparatora danışman oluyordu). İşte bunların sonucunda, 588 yılında, dönemin patriği IV. Ioann Postnik’in girişimiyle, İstanbul Patriği’ne ekümenik unvanı verildi ve bu kilise, diğerlerinden üstün kılındı (Roma, bunu kabul etmeyecekti).

Sonraki yüzyıllardaysa, Roma’nın Katolik-Ortodoks çatışması sonunda ve diğer başka siyasi nedenlerle kopması, İskenderiye, Antakya ve Kudüs patrikhanelerinin olduğu bölgelerinse Müslüman Arap ordularının eline geçmesi sonucunda, İstanbul Patrikhanesi’nin önemi, Müslümanların veya başkalarının idaresi altında olmayan tek patrikhane olarak, daha da arttı.

Dolayısıyla, ne Fener Patrikhanesi en başından beri ekümeniktir ne de Fener’in ekümenikliği, siyasetten uzak, dini bir meseledir. Tarihe bakan, gerçeği görür.

ABD’NİN İLGİSİ VE ACELEYLE TÜRK VATANDAŞLIĞINA GEÇİRİLEN PATRİK

Peki, ABD neden günümüzde bu kurumla bu kadar ilgili?

Meselenin başı, 1940’lara, Soğuk Savaş’ın başlangıcına gidiyor. ABD, Sovyetler Birliği ile Soğuk Savaş’ın başladığı dönemde, Balkanlar’da ve Doğu Avrupa’da yaşayan halkları etkisi altına almak için, Fener Patrikhanesi’ni kullanmaya karar verdi. Ama aksi gibi, o zamanki Patrik V. Maksimos, sol eğilimliydi. Yani, ABD’nin işine yaramazdı. O nedenle, bu kişi istifa ettirildi ve yerine, ABD’deki Rum Ortodoks cemaatin başı Athenagoras’ın patrik olmasına karar verildi. Athenagoras, dönemin ABD Başkanı Truman’ın uçağıyla ABD’den İstanbul’a geldi, aceleyle Türk vatandaşlığına geçirildi ve Fener Patriği yapılıverdi (dönem, Türkiye’nin dış politikada tamamen ABD’nin dümen suyuna girmeye başladığı ve Lozan’da patrikhane konusunda kabul edilmiş sınırlamaların da yumuşatıldığı bir dönemdi). Yeni Patrik Athenagoras, patriklik tahtına çıkarken yaptığı konuşmada, görevinin, dünyadaki Müslümanları ve Hristiyanları komünizme karşı birleştirmek olduğunu söylüyordu (bu mu, siyasi olmayan konu? Bu da siyaset değilse, siyaset nedir?). Dahası, Athenagoras, 1060’larda verdiği bir röportajda, “ben, Truman Doktrini’nin dini ayağını oluşturuyordum” diyecekti. Yani, ABD Başkanı Truman’ın siyasi planları için kendisini kullandığını, herkesin ve tabii ki, Sayın Bardakçı’nın da anlayacağı bir dille anlatmış oluyordu.

Bardakçı diyor ki, “Lozan’da patrikhane konusu yok.” Yanlış. Tamam, Lozan’da resmi antlaşma metinlerinde yok, fakat Türkiye’nin isteğiyle bu konu gündeme getirildi ve patrikhanenin bundan böyle sadece Türkiye’deki Ortodoks nüfusun dini kurumu olacağı, siyasi hiçbir yetkisinin olmayacağı konusunda İtilaf Devletleri ile sözlü bir mutabakata varıldı. Lozan’ı takip eden yıllarda da, Osmanlı’da millet sisteminden kalan, dini cemaatlere ait yargılama yetkisi gibi yetkiler, tamamıyla sivil mahkemelere devredildi (Tanzimat’tan itibaren başlayan süreç, Lozan’la ve Medeni Kanun’un kabulüyle, doruk noktasına ulaştı). Bu nedenle patrikhane, Türkiye’deki modernleşme hareketlerine, İslamcı örgütler kadar karşı olmuştur. İşte Büyükelçi Barrack’ın Türkiye’ye teklif ettiği millet sistemi de, Tanzimat’tan başlayıp Lozan ve Medeni Kanun’la taçlanan bütün bu sürecin yok sayılmasıdır ve patrikhaneye “ekümenik” demesiyle bu konu, birbiriyle bağlantılıdır.

KAPKARA BİR CEHALET KİMDEDİR

Meselenin bu kadar siyasi olduğu, hatta, gırtlağına kadar siyasete batmış bir mesele olduğu ortadayken, Bardakçı bir de, Türklerin ekümenikliğe ve ABD müdahalesine karşı çıkmasını, patriğin namaz hakkında fetva vermesine benzetmiş. Bunun saçma bir benzetme olduğu, zaten yukarıda yazdıklarımızdan anlaşılacaktır, fakat yine de söyleyelim, Türkiye Cumhuriyeti devleti, hiçbir zaman, Hristiyan ibadetiyle ilgili fetva vermemiş, bu konulara karışmamıştır. Ekümeniklik konusu, diğer Ortodoks kiliselerinin de kabul etmediği, buna karşılık, Ortodoks mezhebiyle alakası olmayan ABD’li devlet adamlarının ABD’nin Ortodoks dünyasını Fener aracılığıyla denetlemek için ısrar ettikleri bir konudur.

Sayın Bardakçı, yazısının sonunda, “kapkara bir cehalet”ten bahsediyor. Artık o kapkara cehalet kimdedir, onu ben söylemeyeyim.

Deniz Berktay

Related Posts

Sadettin Saran’dan espri: ‘Vermiyorum kızımı, düğün iptal’

İş insanı Sadettin Saran’ın ilk eşi iç mimar Aycan Ateş’ten olan kızı Lal Saran, 5 yıllık sevgilisi Tolga İrdem ile yakında evlenecek. Sadettin Saran’ın nikâh hazırlıklarına ” Ben vermiyorum kızımı. Düğün iptal” esprisiyle geldiği anlar gündem oldu.

Şanlıurfa’da ‘Huzur 63’ Uygulaması

Şanlıurfa’da gerçekleştirilen ‘Huzur 63’ uygulamasında 35 aranan kişi yakalandı.

Down Sendromlu Şeyma’nın Gelin Olma Hayali Gerçekleşti

Batman’da Şeyma, down sendromlu olarak gelin olma hayalini ailesi ve kurumuyla gerçekleştirdi.

35. Uluslararası Kültür ve Sarımsak Festivali’nde Unutulmaz Bir Gece

Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde düzenlenen 35. Uluslararası Kültür ve Sarımsak Festivali’nde Merve Özbey ve Hasan Yılmaz sahne alarak binlerce vatandaşa müzik dolu bir gece yaşattı.

Ali Boğa’nın Cenaze Töreni Gerçekleşti

24. Dönem AK Parti Muğla Milletvekili Ali Boğa, Fethiye’de bir otomobilin çarpması sonucu hayatını kaybetti. Cenaze törenine aile, yakınları ve çok sayıda siyasi temsilci katıldı.

Videoyu izlemeniz lazım! Taraftardan Ali Koç’a sürpriz öpücük

Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç, Fenerbahçe’nin Göztepe ile oynayacağı maç için İzmir’e gitti. Sarı-lacivertli taraftarların yoğun ilgisiyle karşılaşan Koç, sık sık fotoğraf taleplerini geri çevirmedi. Ancak ilginç bir an da yaşandı. Selfie çekiyor gibi yapan bir taraftar, Ali Koç’u aniden öptü. O anlar kısa sürede gündem oldu.